DERENİN VERDİĞİ DERS
Derenin kenarına geldi. Gömleğinin kollarını yukarıya doğru kıvırdı. Pantolonun paçalarını yukarı çekti. Avucuna aldığı suyu ağzına...
Derenin kenarına geldi. Gömleğinin kollarını yukarıya doğru kıvırdı. Pantolonun paçalarını yukarı çekti. Avucuna aldığı suyu ağzına götürüp içti. Sonra tekrar tekrar yüzünü yıkayıp elinin tersiyle ensesini serinletti.
‘’Offf” dedi. Hava ne kadar da sıcak! Bir ağaç aradı. Çınar ağacının yanına geldi. Eliyle ağacın dibini temizledi. Ayaklarını uzatıp ağacın beline sırtını yaslayıp gözlerini kapattı. İçinden “oh be, hayat bu işte! Biraz dinlenir sonra işimi bakarım’’ dedi.
_Veli altmış yaşlarında köyün sevilenlerinden, herkesin her işine koşan, iyi kalpli biriydi. Bütün köylü ihtiyacı olduğunda, ‘’odunlar kesilecek Veli, duvar örülecek Veli’’ diyerek onu çağırırdı. Veli her işten biraz anlar, kimseyi kırmaz her işi elinden geldiğince yapmaya çalışırdı._
Velinin üstüne bir ağırlık çökmüş, göz kapakları iyice kapanmıştı. Burnundan ve genzinden horlama sesleri çıkıyordu. Ve sonrası derin bir uyku…
‘’Ya Veli! Ya Veli!’’ diye biri seslendi Veli sesin geldiği yere kafasını çevirdi. Sakalları göbeğine kadar uzamış, üstünde beyaz bir kefenlik, elinde asasıyla biri ona sesleniyordu. Birden irkilip korkuyla karışık; ‘’Ne istiyorsun dede?’’ dedi.
Dede: Korkma Ey Veli sana nasibini vermek için geldim.
Veli: Sen kimsin? sonra sen bana ne vereceksin ki. Şükür benim her şeyim var.
Dede: Şimdi kalk. Taşlı tarladaki armut ağacının dibini kaz. Nasibinİ al.
Veli: Neymiş benim nasibim?
Dede: ‘’Kazınca görürsün.’’ deyip ortadan kayboldu.
Veli gözlerini açtı. Gördüğü bir rüyaydı. Köyde böyle hikayeleri çok dinlemişti. Hatta gördüğü rüyayı başkasına anlatırsa nasibinin yerinin değiştirildiğini duymuştu. Yerinden kalktı. Dereden yüzünü yıkayıp eve doğru yola çıktı. Selam verenleri, sohbet etmek isteyenleri bir an önce atlatıp evine geldi. Aklında hep dedenin dedikleri vardı bunlar kafasını meşgul ediyordu. İçinden bu gece gider kazarım, nasibim neyse alırım diye düşündü.
Akşam yemeğini yedi. Havanın kararmasını bekledi. Pencereden dışarı baktı. Dışarısı biraz karanlıktı. Biraz daha bekledi ve saate baktı. Saat on ikiye geliyordu. ‘’Neydi benim nasibim?’’ dedi ve gözünün önüne bir küp altın geldi. Altının vereceği zenginliği hayal etmeye çalıştı. Sevinci yüzüne vuruyor, arada bir gülüyor, “Aklımı sen koru yarabbi” diye dua ediyordu. Saate baktı ikiydi. Tamam dedi. Evin avlusunda kürek ve çapayı omuzuna alıp yola koyuldu. Bir yandan yürüyor, gören var mı diye sağını solunu kontrol ediyordu. Taşlı tarlaya geldi. Armut ağacını buldu. Çapayla toprağı kazmaya başladı. Biriken toprağı kürekle çukurdan dışarı attı. Neredeyse çukur boyuna gelmiş ama hala görünürde bir şeye rastlamamıştı. Sabah ezanın sesiyle çalışmasına ara verdi. Çukurdan çıktı. Ortalık da yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Artık kazmaya ara vermesi gerekiyordu. Küreği, çapayı omuzuna alıp kimseye görünmeden eve doğru yola çıktı. Kapıyı açıp kendini tahtadan yapılmış sedirin üstüne attı. Hem yorulmuş hem de uykusuz kalmıştı. Elbiseleriyle öylece yattı. Göz kapakları kapandı. Yorgunluktan hemen uykuya daldı. Rüyasına aynı dede yine geldi.
Dede: ‘’Ya Veli aldın mı nasibini?’’ diye sordu.
Veli: Bırak ya dede, boyuma kadar kazdım bir şey bulamadım.
Dede: Bak Veli sana bugün en büyük nasibi verdim.
Veli: Alay mı ediyorsun benimle!
Dede: ‘’Bu sana ömrün boyunca ders olsun. Hayalle, rüyayla nasip aranmaz. İnsanın en büyük nasibi, sağlık, mutluluktur. Bunlar sende var. Ama sen gerçek olmayan bir hayalin peşinden gittin. En büyük nasip kendi emeğinle ürettiğindir. Bu sana bir ders olsun bir daha böyle şeylere kanma.’’ dedi ve ortadan kayboldu.
Veli ter içinde uyanıp gördüklerini hatırlayıp, ‘’Haklısın dede. Benim aptal başım. Hayalin peşinden gittim’’. Mutfaktan çıkardığı yemekleri sofraya koydu. Afiyetle yemeğini yiyip yaptıklarını düşünüp kendi kendine gülmeye başladı.