Sabriye Bedel

Bugün, kendi içimizdeki aceleci tavşanlara inat, biraz kaplumbağa olmayı denesek mi?

Sabriye Bedel

Dünyanın en eski canlılarından biri olan kaplumbağa, sadece doğada değil, insanlık tarihinin birçok kadim inanışında da özel bir yere sahiptir. Mitolojilerde ve kültürel anlatılarda kimi zaman bilgelik, kimi zaman evrenin taşıyıcısı, kimi zaman ise sabrın ta kendisi olmuştur.

Kaplumbağanın kökeni, Mesozoik döneme kadar uzanır. 200 milyon yıldır yeryüzünde varlığını sürdüren bu kadim canlı, kimi halkların inancında dünyayı sırtında taşıyan bir kutsal varlık olarak kabul edilmiştir. Hindistan mitolojisinde, evrenin dört bir yanını taşıyan devasa bir kaplumbağa vardır. Çin kültüründe kaplumbağa, uzun ömür ve bilgelik simgesidir. Çin imparatorları, sağlam kararlar alabilmek için üzerine yazılar kazınmış kaplumbağa kabuklarını okuttururlardı. Afrika’da ise kaplumbağa, hilebazlara karşı zekâsıyla kazanan, akıllı bir kahraman olarak anlatılır.

Kaplumbağanın sembolize ettiği en güçlü duygu ise sabırdır. Aceleyle başlayan işlerin, özen ve sabırla yürütülen işlerin gerisinde kalacağını anlatan pek çok öğüt onun üzerinden verilir. Hayat yarışında önemli olan hız değil, istikrar ve kararlılıktır. Çünkü kaplumbağa bilir ki, erken çıkan yol alır ama son gülen iyi güler.

Bu noktada hepimizin çocukluğunda dinlediği meşhur Kaplumbağa ile Tavşan fıkrası gelir akla. Hani şu kibirli tavşanın, yavaşlığını küçümsediği kaplumbağayla yarışa tutuşup, yarışın ortasında uyuyakalması ve sonunda sabırla yürüyen kaplumbağanın ipi göğüslediği hikâye…
Aslında bu masal, bize her dönemde unutturmaya çalıştığımız bir gerçeği fısıldar: “Acele işe şeytan karışır, sabreden muradına erer.”

Bizler modern dünyanın hızına öyle bir kapıldık ki, her şeyin hemen olmasını, anında sonuçlanmasını istiyoruz. Oysa doğa bize sabrı öğretmeye devam ediyor. Kaplumbağa hâlâ her sabah ağır adımlarla toprağı kokluyor, her akşam gökyüzüne bakıp şükrediyor. Ne telaşı var, ne aceleciliği… O biliyor ki, asıl olan varmak değil, yürümektir.

Ve işte fıkrası:

Bir gün tavşan, kaplumbağaya takılır:
“Senin gibi ağır biriyle yarışa girmeye utanırım. Hadi bakalım, yarışalım da gör!”
Kaplumbağa hiç sesini çıkarmaz, sadece gülümser.
Yarış başlar. Tavşan hızla uzaklaşır, kendine güveni tamdır. Yolda bir ağacın altına uzanır, “Ben onu nasıl olsa geçerim” diye düşünerek uyuyakalır.
Kaplumbağa ise sabırla, kararlılıkla yoluna devam eder.
Ve gün sonunda bitiş çizgisine ilk o ulaşır.

Ne güzel derler:
“Yavaş giden, sağlam gider. Acele eden ise çoğu zaman yolda kalır.”

Bugün, kendi içimizdeki aceleci tavşanlara inat, biraz kaplumbağa olmayı denesek mi? Hayatı yavaş yavaş, sindire sindire, tadına vararak yaşamayı… Belki o zaman her şey biraz daha kıymetli, biraz daha anlamlı olur.

Çünkü unutmayalım ki; hayat bir yarış değil, bir yolculuktur. Ve bu yolculukta sabırla yürüyenler, en güzel manzarayı görenlerdir.

Yazarın Diğer Yazıları